11 Mart 2013 Pazartesi

Bize Her Gün 8 Mart...


Son yıllarda bu işi 14 Şubat Sevgililer Günü’ne benzetir oldum. Aynen analar günü, babalar günü gibi falan. Tek fark var arada; 8 mart’ta bizzat devlet kutlamalara dahil oluyor diğer kutlamalarda ise devlet yok. Belki de yerel seçimler öncesi kadınlara pas atmak, önce gönüllerini sonra oylarını almak Allah’ın Emri’dir diye düşünüyorlar.
Kamu’ya bu kadar neon ışıkları vasıtasıyla enjekte edilen, devlet politikası üzerinden de bizzat desteklenen bu 8 mart davası sanki özü’nü ve ruhu’nu yitiriyor gibi.
Kadının bedenine müdahale etmekte sakınca görmeyen,
Yatak odalarına kapıyı vurmadan dalan,
İktidar ideolojisine uygun yeni imanlı ve kindar nesiller yetiştirmeye çalışan,
Kendi eğitim sisteminin ürettiği, iktidar mantığına uygun beyinleri seven, 
Entellektüel meziyeti “kadına toptan eziyet” Sibel Üresin gibi muhafazakar entellektüelleri kutsayan,
Kadının temel görevini 5 çocuk doğurmak olarak gören,
Kadının iş hayatında yer almasını yazılı olmayan bir dayatma şeklinde erkeğin rızasına bırakan,
İçinde “kocadır döver de sever de” mantığını barındıran,
Kadın ve Erkeği, Ateş ile Barut’a benzeten
Çoğunluk erkeklerden müteşekkil iktidar ideolojisi devam ettiği sürece,
Kadınlar Günü kutlamasını; Bakan eskisi, milletvekili tazesi siyasetçiye, medya maymunu akademisyene, iktidar sayesinde şöhret ve parayı bulan tv programcısına birer konuşma yaptırmaktan ibaret sayan,
Meclis’te kadınların niceliğinden şikayetçi olmayan,
Kadınları sadece yerel ve genel seçimler öncesi bağırlarına basmayı ilke edinen,
Kadına yönelik siyaseti “Kadın Kolları” kurmaktan ibaret sayan
Siyasi Parti politikaları devam ettiği sürece,
Sünepe kadın rolünden şikayetçi olmayan,
Dayak yedikten sonra karılığına devam eden,
Erkek egemenliğini, babadan öyle gördüğü için, evlendikten sonra da kabullenen,
Erkek çocuğunun sabah çıkardığı donu kız çocuğuna toplatan,
“Birey” olmayı değil, sadece kadın ve ana olmayı önceleyen
Kadın ve Ana zihniyeti devam ettiği sürece,
“Karılar kaşınıyor”,
“Karılar kuyruk sallıyor”,
“Karıyı şımartmayacaksın tepene çıkar”,
“Karının sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”,
“Önce evinin kadını olsun”,
“Evlendikten sonra çalıştırmam”,
“Dışarıdaki piyango, evdeki kredi borcu”
“Evden yalnız çıkıp da o...mu olacak!”
“Eriyim severim de döverim de”
Erkek zihniyeti devam ettiği sürece
BİZE HER GÜN 8 MART...

5 Mart 2013 Salı

Hep Şükür Ettim:


Ailece sağlığımız yerinde olduğu için
Bu güne dek kimselere maddi bakımdan muhtaç olmadığımız için
Doğruluktan hiç ayrılmadığımız için
Kimselerin hakkını gasp etmediğimiz için
Dostlarımızın kıymetini hep bildiğimiz için
Sevmediklerimize hiç kötülük yapmayı düşünmediğimiz için
Hep vefa ve vicdanımızı korumayı başardığımız için
Hep adaletli kalabildiğimiz, hep hak-hukuk tanıdığımız  için
Hak-hukuk tanımayanlar karşısında “banane” demediğimiz için
İşimizi hep hakkıyla yaptığımız için
Kıskanmak nedir bilmediğimiz için
Tüm sahip olduklarımıza emek harcayarak sahip olmak kısmet olduğu için
“Olgun başak” misali, boynumuzu hep bükük tutabildiğimiz için
Makam ve ünvan karşısında el-etek öpmediğimiz için
Devletimize hep şükran borcu taşıyan bir gönüle sahip olduğumuz için
Dedemiz, nenemiz, anamız, babamız gururla taşınacak bir soy ad bıraktığı için
Dara düşenin tereddütsüz yardımına koştuğumuz için
Dara düşene bir tekme de biz savurmayı aklımızdan geçirmediğimiz için
Güçlü, gureba gözetmeksizin herkeslere insan olduğu için değer vermeyi düstur edindiğimiz için...  
Tüm bu nedenlerle, kendimi ve ailemi hep çok şanslı, çok zengin, çok özel hissettim
Başkalarının da hep böyle hissetmesini istedim
Doğruyu bularak, hakkı tanıyarak, adaleti kutsayarak...
Tabii bu demek değildir ki şükür edecek onlarca güzellik var başkaca hiç bir şey istemem,
Daha çok şükür edecek daha çok şey olsa ne iyi olur...
Şükür edecek hep çok şeyiniz olsun.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Türk Milleti İçin Diyor Ki;


Türk Milleti çalışkandır (alnının teriyle-helalinden kazanır, yer-yiyemediğini başakasına sarkıp yemez)
Türk Milleti iyi ahlaklıdır (öyle ahlak dışı işler yapmaz)
Türk Milleti dürüsttür (onun-bunun hakkını yemez, öyle camilerden halı, müzelerden tarihi eser falan araklamaz, millete aynı turu iki kere kakalamaz, bilerek ve isteyerek çift rezervasyon yapmaz)
Türk Milleti vicdanlıdır (güçsüze-düşmüşe bir tekme de o vurmaz)
Türk Milleti vefalıdır (merdivenden çıkanın poposuna yapışıp-inenin poposuna tekme savurmaz)
Türk Milleti hak-hukuk tanır (kanunlara saygılıdır, kaçak-göçek işler yapmaz, kara para aklamaz, devletini dolandırmaz)
Türk Milleti hile-hurda bilmez (Ali’ninkini Veli’ye-Veli’ninkini Ali’ye giydirmez)
Türk Milleti din ayırımı gözetmez (Musevisi, Ermenisi, Yahudisini insan olduğu için kendinden sayar, “gavurun dölü” falan haşa)
Türk Milleti dil ayırımı gözetmez (Türkçe konuşamayana, “ulan sen Türksün, Türkçe konuşacaksın, bu dilini popona sokarım senin” demez)
Türk Milleti ırk ayırımı gözetmez (milliyeti ne olursa olsun, herkese insan olarak bakar)
Türk Milleti cinsiyet ayırımı gözetmez (“kadının sırtından sopayı-karnından bebeği-üstünden erkeği eksik etmeyeceksin” demez)
Türk Milleti zekidir (yurt dışına ilk kez ekmek derdine çıkan delikanlı gavurun toprağına adım atar atmaz 50’lik bir geçkin bulup-yamanmak için uzay yürüyüşü yapabilir, göğüs kıllarından rula çim çıkarabilir, 1 Euro’nun ortasını delip, ip geçirip, ankesörlü telefonun jeton deliğinden salıp, Türkiye’deki 500 akrabasıyla tüm gün bedavadan konuşabilir ve daha niceleri, çok zekidir)
Türk Milleti bağımsızdır, hatta bağımsızlık karakteridir (öyle başka devletlerin işaret parmağına bakıp, ritim değiştirmez)
Türk Milleti sanatı sever (heykellerin memesi hafiften görünüyor diye kırıp-parçalamaz, sanatçılar sokağında gece operasyonu ile dükkan camlarını indirmez, tiyatrolardaki oyunları müstehcen bulup-oyun iptal etmez)
Türk Milleti yaratılanın tümünü Yaradan’dan ötürü sever (hayvancıkların kıçına ipli teneke bağlamaz, kulaklarını kesmez, tecavüz etmez, tekmeler savurmaz)
Hele Türk Gençliği fevkaladenin fevkindedir (yukarıdaki tüm vasıflarının yanı sıra muasır medeniyet seviyesine çoktan varmıştır (Türkçe ad taşıyan hiç bir mekanda yemez-içmez, Türk malı hiç bir çaput giymez, Türkçe ad taşıyan hiç bir sitede yaşamaz-yaşayamaz)
Elbet Gönlümün Efendisinin bildiği ve benim de bir gün anlayacağım bir şey vardır.

“1 Milyar Kadın Dans Ediyor” Eylemi İçin Dans Ettik


Davet Kadıköy Kadın Adayları Destekleme Derneği’ndeki (KA.DER) dostlardan geldi, “14 Şubat Sevgililer Günü’nde Haydarpaşa Garı’nda ‘Kadına Karşı Şiddete Dur’ demek için dans edeceğiz, sen gelmezsen çok eksiğiz”. Dünya genelinde böyle bir organizasyon olduğundan haberim vardı, Türkiye’nin de bu işin bir parçası olması Türk Kadın hareketi için çok önemliydi. Bakmayın siz “kadına karşı şiddet gündeme taşındıkça, adamlar daha çok kadın öldürür-döver oldu” sözlerine. Eskiden adamlar kadınları dövüp-öldürüyorlardı, haberimiz dahi olmuyordu, son senelerde, sivil toplum örgütleri ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın hedefe yönelik faaliyetleri sayesinde Kadın Kıyımı yer altından çıkıp, görünür oldu ve tenkit edilir duruma düştü. Ben de 14 Şubat’a dek protestomu yazarak ve konuşarak gösteriyor, desteğimi bu şekilde sunmaya çalışıyordum, 14 şubat’ta evrim geçirdim ve saatlerce dans ederek geç de olsa ilk kez fiili olarak kadın eyleminde yer aldım. Ama 40 yaş üstünün gönüllere yüklediği  gel-git’li ruh halinden ama dostarımı kıramadığım için olsun, iyi ki dans eylemine katılmışım. Oradaki içtenlikli, heyecanlı, inançlı, azimli kadın ve erkekleri görmek güzeldi. Bu tür eylemler çoğaldıkça;
Umarım, eğitim görmeyen kız çocuğu kalmaz,
Umarım, İlkokul 1. Sınıftan itibaren anaların, kadınların, kızkardeşlerin ne kadar kıymetli olduğunu zihinlere kazıtmak için kitaplarda çamaşır–bulaşık yıkayan kadın resimleri yerine kadınlar doktor, mühendis, yönetici olarak yer alır,
Umarım, kadının ana olduğu analığın ise ne kadar kutsal olduğu kafalara kazıtılır,
Umarım, erkek lehine olan istihdam politikaları kadın lehine çevirilir,
Umarım, iş yerinde taciz meselesi “kadın kuyruk sallamıştır” diye geçiştirilmeyerek, buna yeltenen ırz düşmanı adamlar yüklüce manevi tazminat ödemeye mahkum edilir,
Umarım, “kız kısmı okumaz” diye kız çocuklarını okula göndermeyen “adam” sıfatıyla dolaşanlar içeri tıkılır,
Umarım, Doğu’daki ataerkil yapı oy uğruna dahi olsa kırıp geçirilir,
Umarım, tek kadın Bakan yerine kabineye daha çok kadın Bakan kazandırılır,
Umarım, köydeki kızlarımız için köy enstitüleri ve halk evleri tekrar açılır, böylece onlara tarlanın ve ev işlerinin haricinde de bir hayat olduğu fark ettirilir,
Umarım, hukuk, şiddet gören ve katledilen kadın lehine çevirilir ve adam yaptığına bin pişman edilir,
Umarım, koca dayağından karakola sığınan kadına “haydi kocanın yanına hanım” sözünü sarf eden polis zihniyeti ortadan kaldırılır ve yerine kocasını karokala çektirecek polis zihniyeti yaratılır.
Sevgili KA.DER Kadıköy Ailesi, sevgili Başkan Fatma Aytaç ve arkadaşları,  
Sevgili Kadın Partisi Girişimi Ailesi, sevgili Başkan Benal Yazgan ve arkadaşları,    
Sevgili Kırmızı Biber Ailesi, sevgili Başkan Yeter Tabak ve arkadaşları,
Kadıköy Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı sevgili Serap Ören,
Ve beni kırmayarak Dansa Eylemi’ne gelen kişisel dostlarım,
İşte sizler bu umutların gerçek olması için sık ve güçlü adımlar atan gönüllülersiniz.
İyi ki varsınız, bu güzel ülkenin cefakar kadınları için karşılıksız sevgi ve emeğe devam.

ÇEKSİDER Ne Yapıyor, İçişleri Bakanlığı’nın Bilgisi Var mı?


Haber gelir gelmez önce her zaman yaptığım gibi olay doğru mu, soruşturdum. Baktım ki fazlası var, belgeli falan, son üç yılda açtığım 3 kamu davasını kazandıran avukatımı aradım. “Dernekler İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır, hemen suç duyurusunda bulunalım” dedi. “Önce konu ile ilgili olarak yazacağım ve gazetede yayınlanacak olan yazıyı Dernekler Dairesi Başkanlığı ve İçişleri Bakanı’na fakslayalım, baktık bir ses yok, sonrası malum” dedim.
Olay özetle şudur sayın İçişleri Bakanı;
Çekmeköy Site Yöneticileri Derneği (ÇEKSİDER) yönetiminin, anlaştığı bir reklam ajansıyla, firmaları dolaşıp “Çekmeköy’de sitelere bizim dışımızda kimse giremez, sitelere ücretiz dağıtılan yerel tüm gazete ve dergiler bizim kanalımız ve iznimiz ile dağıtılacaktır” şeklindeki girişimi, gayri kanunidir çünkü İlçe kamuoyu  ve site sakinlerinin haber alma özgürlüğüne ambargo koymakta ve işi tekelleştirmektedir.
Geçtiğimiz Aralık ayında kurulan Çekmeköy Site Yöneticileri Derneği’nin ilk icraatı, bir reklam firmasıyla anlaşmak oldu. Dernek Yönetimi bu Reklam firmasına, “Çekmeköy Site Yöneticileri Derneği’nin dergi, broşür dağıtımı ve siteler dahilinde reklam çalışması alanında reklam ajansı olarak tek yetkilidir” ibaresi bulunan imzalı bir belge vermesi, bu işin vahametini gözler önüne sermektedir. Bahse konu Reklam firması elindeki bu imzalı belge ile, “Sitelere ancak biz girebiliyoruz, reklam işini bize ve gazetemize vermelisiniz” demektedir. Böylelikle ÇEKSİDER asıl görevi olan; Çekmeköy’deki 110 sitenin olduğu bir ilçede siteleri gezmek ve varsa sorunlarını çözmek yerine böylesi sorunlu ticari ilişkiler içine girmiştir.  
Sayın Bakan Muammer Güler
Site sakinlerinin istedikleri dergi ve gazeteyi alıp okuma hakları yok mudur, bu hak sınırlanabilir mi?
Siteler birilerinin tekelinde midir?
Böyle bir anlaşmadan Çekmeköy’de yer alan tüm site yönetim ve yöneticilerinin haberi var mıdır?
Firma sahiplerinin istedikleri dergi ve gazeteye reklam verme hakları yok mudur?
Bu anlaşma hangi şartlarda, kaç yıllığına ve ne kadar fiyata yapılmıştır?
Bir site yönetiminin kanunen böyle bir anlaşma yapma hakkı var mıdır? Varsa, bunun hukuki dayanağı nedir?
ÇEKSİDER yönetiminin bu uygulaması anayasa hak ve eşitliklerine aykırı değil midir?
Gereğini yapacağınızdan şüphe duymayarak,
Saygılarımla,
NVT.Gamze Güngörmüş Kona (NVT : Vatandaş, ama namuslusundan)

“OKUSEV Vakfı” ve İbrahim Ok



Kısa adı “OKUSEV” olan Vakfın (www.okusev.org) açılımı “Ok Kuşçu, Sağlık, Sosyal Yardım, Eğitim ve Kültür Vakfı. Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı ise Dr. İbrahim Ok. Bu yazıda sizinle, downsendromlu sevgili Volkan’ın babası, Akademisyen İbrahim Ok’un Vakıf’a dair hayallerini paylaşmak istedim. Vakfın serüvenini ve Ok’un Vakfa dair hedeflerini kendi ifadesiyle aktarıyorum: 
“Başta tüm engelliler, engelsizler, terk edilmiş çocuklu- çocuksuz yoksul kadınlar ve yaşlılar olmak üzere, tüm insanların sağlık, mesken, ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak, eğitim ve öğretim sorunlarını, tatil ve eğlence gereksinimlerini gidermek için Huzurevleri/Yaşlı Bakım Merkezleri, yaşam köyleri, eğitim ve öğretim kurumları, sağlık merkezleri, hastaneler, sağlık evleri, poliklinikler, özürlülere yönelik yatılı veya gündüzlü Özel Bakım Merkezleri, yaşamevleri, misafirhaneler açmak, kurulacak yaşamköylerdeki evlere yerleştirmek, bunun için, mümkün olduğunda, emekli maaşlarını veya gelirlerini vakfa bağışlamalarını veya muayyen bir meblağ ödemelerini sağlamak; 0-6 yaş grubu okul öncesi dönemdeki çocukların bakım ve eğitimlerini sağlamak için Özel Kreş ve Gündüz Bakımevleri, engelli, aile eğitimi, ilköğretim, ortaöğretim, (liseler, meslek liseleri, ticaret liseleri gibi her tür lise) yükseköğretim, enstitüler, yüksekenstitüler ve tüm bunların gece öğretimleri gibi her düzeyde eğitim ve öğretim kurumları ve yurtlar açmak; Vakfın gayri menkullerinde kişilerin gücüne, yeteneğine, becerilerine uygun tarımsal, sanatsal, zanaatsal her türlü iş alanları açmak, her çeşit deniz, orman ve tarım ürünü yetiştirmek, üretmek, çiftliklerini kurmak, işletmek, işlettirmek; Vakfın amaçlarının gerçekleşip hedeflerine ulaşması, önder ve örnek hizmet verebilmesi için, bir üretim desteğiyle başka bir üretim yapmak (tavşancılıktan faydalanıp tavuk üretmek gibi); Vakfın kurmuş olduğu işletmelerde çalışan engelli-engelsiz bireylerin ürettikleri ürünleri pazarlamak ve satışlarını sağlamak vb işler yapmak amacıyla yasalara, Vakfın hedeflerine uygun işletmeler kurmak; Bilgi, para, malzeme gibi maddi manevi yardımda bulunacak kişilerle birlikte veya onlardan ayrı olarak bilimsel, kültürel, sanatsal, eğitsel ve öğretsel nitelikte kurslar,okuma salonları açmak; konferanslar, toplantılar, seminerler, paneller, sempozyumlar, oturumlar, sergiler düzenlemek, başkalarınca düzenlenmiş olanlara katılmak; Öğretilmiş ve eğitilmiş zihinsel engelli yetişkinlere ve özürsüz kimsesiz çocuklara koşullar elverdiğince iş bulmak, çalıştıkları iş yerlerini kontrol etmek, onları oralarda korumak,  yasalardan doğan haklarını almalarını sağlamak, yaşamköy içinde veya uygun olan başka yerlerde, biyolojik, fiziksel, ruhsal, zihinsel engelliler gibi her engellinin ve engelsiz kimsesizlerin çalışabileceği mümkün olan her çeşit atölye ve iş yerleri açarak iş yaratmak, tüm engelli sorunları konusunda kamuoyunu aydınlatmak; Benzer alanlarda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak, karşılıklı ve karşılıksız eğitim, öğretim, araştırma-geliştirme bursları vermek; Vakfın faaliyetleri kapsamına giren konularda çalışmalar yapan sanatçı, bilim adamı, araştırmacı ve benzeri niteliklere sahip kişileri Vakfın amacı ile ilgili faaliyetlerinde desteklemek, bu konularda yarışmalar düzenlemek, ödüller dağıtmak; Aş evleri açmak, yemek servisleri kurmak ve işletmek, kurulmuş olanlara ortak olmak, iş birliği yapmak, yoksullara yardımda bulunmak, iftar yemekleri, bayram yemekleri vermek, ramazanda ve bayramlarda iaşe ve kurban eti dağıtmak”.
İbrahim Ok şöyle sonlandırdı sözlerini; Vakfımız 3 yılını yeni tamamladı ve bazı şeyleri yapma hakkını kazandı. Şubeler ve temsilcilikler açma gibi. İstanbul şubemiz ve bazı illerde temsilciliklerimiz var. İstanbul bazı ilçelerinde OKUSEV Vakfı adına bazı oyunlar oynandı. Kartal’da bir büromuz var, Mecidiyeköy’de de temin edilmeye çalışılıyor. Kayseri’de bulunan KAYSERİ DARÜLACEZE VAKFI ile ortaklık sözleşmesi yapıldı ve Kayseri’deki OKUSEV VAKFI’nın arazisinin 5000 m2’sine 40 engellievi yapılacak. Ankara’da bir genel müdürümüz atandı, orada da faaliyetler başlatılacak. Yunanistan’da oturan bir hanımefendi ile görüştük, Kalkınma Ajansı ve Avrupa Birliği hibe fonu için iki taslak hazırlayacak. Tüm sanatçılarımıza sesleniyorum. OKUSEV Vakfı yararına konserler, söyleşiler, oyunlar vb. düzenlemede bize yardımcı olmalarını bekliyoruz; medyaya sesleniyorum, yazılı ve görsel basında bizlere yer ayırmalarını istiyoruz, vatandaşlarımıza sesleniyorum; hanımların, öğrencilerin, yardım ve bağış severlerin OKUSEV Vakfına gönüllü katılımlarını bekliyoruz”

Radikal Örgütler ve Orta Doğu


Orta Doğu’da yer alan radikal örgütler ideolojik açıdan farklılıklar arzederler. Ancak, Orta Doğu özelinde solcu örgütlerle İslami örgütler aynı hedefe yönelik olarak ortak hareket etmektedirler. Bu örgütlerin bugüne dek uyguladıkları fiili eylemler dikkate alındığında tespit edilebilecek temel hedefler; İsrail’in Orta Doğu coğrafyasındaki coğrafi, siyasi ve ekonomik mevcudiyetine son vermek, Arap işbirliğini tesis ve teşvik etmek, bölgede Batı’nın siyasal, ekonomik ve kültürel hakimiyetine son vermek, İslamı sosyal, kültürel ve siyasal dokunun bütününe başat unsur olarak işlevsel ve nihai güç olarak yerleştirmek şeklinde ifade edilebilir. Bu hedefleri realize etme aşamasında ise bu dinci ve solcu radikal örgütler kendi yapılarını inşa ettikleri ve sahiplendikleri ideolojiler doğrultusunda hareket etmektedirler. Hedefe ulaşabilmek için terör meşrulaştırılmakta ve kimi zaman kutsanmaktadır.
Küreselleşme süreçleri radikal örgütlerin yapılarını daha karmaşık hale getirirken faaliyet sahalarını da genişletmiştir. Bu örgütlerden bazısı teknolojinin olanaklarından yararlanarak birbirleri ile etkileşim içine girerek küresel terör ağlarını oluşturmuşlardır. Orta Doğu politikalarında da radikal örgütler önemli bir rol oynamaktadırlar. Özellikle 11 Eylül terörist saldırısının ardından bu örgütlerin rolü dünya gündemini çok daha fazla meşgul etmeye başlamıştır. 11 Eylül saldırılarından sorumlu El Kaide'nin sadece İslam ülkelerinde değil A.B.D. dahil 55 ülkede örgütlendiği iddia edilmektedir. Bu faaliyetler günümüzde asimetrik tehdit şeklinde ifade edilmektedir.
Orta Doğu'da radikal örgütsel hareketlerin 19.yüzyıl'da Mısır'da başladığı kabul edilmektedir. Mısır'da emperyalizm ve sömürge düzenine karşı olan Hasan El-Benna, Seyyid Kutub gibi din adamlarının öncülüğünde başlatılan direniş hareketleri zamanla kurulan radikal örgütlerin bünyesine taşındı. Hasan El-Benna'nın kurduğu Müslüman Kardeşler örgütü diğer örgütlerin kuruluşunda örnek rol oynadı. Orta Doğu merkezli radikal örgütler hedefleri ve kuruluşları açısından farklılık gösterir. Lübnan'lı Şiiler'den oluşan İslami Cihad'ın doğrudan İran'a bağlı kurulduğu, emirleri Şam'daki İran elçiliğinden aldığı ve İran gizli servisi Savama ile ilişkisi olduğu iddia edilmektedir. Görüldüğü gibi bazı örgütler Orta Doğu devletlerinin çıkarlarına hizmet eden aktörler olarak karşımıza çıkarken bazı örgütler de faaliyet gösterdikleri devletlerin hükümetlerine karşı eylemler düzenlemektedirler. Örneğin, 1981 yılında Mısır'da  örgütlenen El-Cihad Mısır lideri Enver Sedat'a suikast girişiminde bulunmuştur. Örgütler hedef ve ideolojileri doğrultularında kendi aralarında da çatışmaktadırlar. Suriye destekli Şii Emel ile İran destekli Hizbullah arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Ayrıca örgütlerin arasında işbirliği de bulunmaktadır. Bir dönem İslami Cihad örgütünün PKK ve ASALA ile Türkiye'ye karşı işbirliği yaptığı bilinmektedir. Örgütler bir çok devletten de destek almaktadırlar. Mısır merkezli Hamas Suudi Arabistan ve Kuveyt'ten aldığı yardımlar ile camiler, çocuk yuvaları ve hastahaneler kurmuştur. Orta Doğu’daki radikal örgütler kimi zaman ülke içindeki muhalif etnik ve dini unsurlar tarafından desteklenirken kimi zaman da bizzat hükümetler tarafından desteklenmektedirler. Ayrıca örgütleri destekleyenler her zaman bölge hükümetleri olmamıştır. Orta Doğu politikalarına yön vermek isteyen diğer bölge dışı devletler de bu örgütleri desteklemişlerdir. Farklı hedef ve ideolojiye sahip olsalar da bu radikal örgütlerin ortak özelliği büyük çoğunluğunun Batı'lı devletlere ve bu devletlerin bölgedeki çıkarlarını temsil ettiğine inandıkları  İsrail'e karşı kurulmuş olmalarıdır.
Sonuç olarak radikalleşme ve İslam, Orta Asya ve Kafkasya’da olduğu gibi Ortadoğu bölgesinde de güvenlik algılamalarını önemli ölçüde belirlemektedir. Ortadoğu bölgesi geride kalan 1300 yıllık tarihi içinde diğer tüm bölgelerden daha fazla olaya tanıklık etmiş, özellikle İslamiyet’in geleneksel ve tarihsel olgularını yaşamıştır. Tarih içinde gelişimi süren Ortadoğu bölgesi İslami yaşamda da kendine özgü bir yapıya sahiptir. Ortadoğu bölgesine Orta Asya ve Kafkasya ile karşılaştırmalı olarak baktığımızda öne çıkan en önemli fark, Ortadoğu’nun yoğun tarihsel derinliği içinde dinlerin ve mezheplerin daha fazla çatışmaları ve özellikle din bazlı terörizmin daha yaygın olmasıdır. Kuşkusuz Ortadoğu, etnik ve dini çatışmaların en yoğun yaşandığı bölge özelliğini korumaya devam ederken, hem içsel hem de dışsal faktörlerin etkisiyle bu sorun büyümektedir. 

Olası Bölgesel Krizler ve Türkiye


Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim adamları tarafından olası çatışma alanları ve savaşlar üzerine yapılan çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek doğru olmayacaktır. Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
Ancak, krize dönüşme potansiyeli taşıyan unsurların yüksek oranda mevcut olduğu Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgelerinin coğrafi olarak Türkiye’ye yakın olmaları, Türkiye’nin güvenliğinin bu dört bölgeden kaynaklanacak olası krizlerden Nato ve AB’den daha fazla etkileneceği anlamı taşımaktadır. Kafkasya bölgesinde Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da meydana gelebilecek herhangi bir sınır sorunu, toprak anlaşmazlığı, etnik ayrılıkçı hareket ya da ayrılıkçı savaş Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına, Rusya Federasyonu ile Türkiye arasında tampon bölge konumunda bulunan Kafkasya bölgesindeki devletlerin siyasal ve toprak bütünlüklerini kaybetmelerine neden olacaktır. Orta Asya bölgesinde ise Fergana’ya ilişkin olarak Kırgız-Özbek geriliminin artması, Özbekistan İslami Hareketi’nin (IMU) faaliyetlerini genişletmesi, Birleşik Tacik muhalefeti ve hükümet arasında iç savaşın alevlenmesi, Türkmenistan ve Azerbaycan arasında Hazar’a ilişkin sınır sorununun yoğunlaşması, Özbekistan’ın doğu, kuzey, güney sınır komşularıyla mevcut çatışmaların savaşa dönüşmesi ve Kazakistan’ın doğu sınırında Uygur ayrılıkçı hareketinin şiddetlenmesi, güney sınırında ise Özbekistan ile mevcut gerilimin tırmanması Türkiye’nin Orta Asya petrol ve gaz rezervlerine ilişkin projelerini askıya almasına, Orta Asya devletleriyle mevcut ilişkilerin gerilemesine, Türkiye’yi kendilerince yeterince müslüman bulmayan Orta Asya merkezli militan İslamcı grupların Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine başlamasına neden olabilecektir.  Orta Doğu’da ABD’nin ikinci Irak operasyonundan sonra Irak özelinde yaşanan gerginliklerin, Kuzey Irak bölgesindeki hareketlenmenin diğer Orta Doğu devletlerini ne kapsamda etkileyeceğini ve Türkiye’ye olası yansımalarını kestirmek oldukça güçtür. Doğu Akdeniz bölgesinde ise Kıbrıs meselesinin şekillendireceği; Türk-Yunan ilişkileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ve hatta Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği bilinmezlerle doludur.
İçinde bulunduğumuz dönemde Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı hale getirmiştir. Bu nedenle, hemen tüm Batılı devletler terörün net tanımını getirmekte ciddi güçlükler çekmektedirler.
Türkiye halihazırda bu sorunlu bölgelere coğrafi olarak gayet yakın konumdadır. Bu nedenle, hem AB ve Nato üyesi ülkelerin hem de Türkiye’nin belirtilen bölgelerde mevcut krizlerin çatışma ya da savaşa dönüşmesini engelleme sorumluluklarını samimiyetle yerine getirmeleri kaçınılmazdır. Bu türden bir girişim dünya genelinde istikrarın gelişimine de katkı sağlayacaktır.

ABD Dış Politikası : Özgürlükleri Yıkan Özgürleştirme


ABD dış politikası liberal temellere dayanmaktadır. Bu politikanın gerçekleşmesi için uygulanan realist politikalar her ne kadar  bazı çelişkilere neden olsa da. Amerika’nın nihai hedefi demokrasi, serbest ticaret ve uluslararası hukuka dayanan bir küresel uluslararası düzeni, normal düzen olarak görmektir. Özgür olmayan toplumlarda hukuk anlayışının bulunmadığı düşünülürse, bu devletlerin ABD’nin potansiyel hedefi haline gelmesi kaçınılmazdır. Pareto’nun ‘elit teorisinde’ değindiği özgürlük denklemi, ABD’nin dış politikaya bakışını önemli ölçüde etkilemiştir. Pareto’ya göre insanlar özgür olmak zorundadır. Özgürlük bir gereklilik değil bir mecburiyettir. Özgür olmayanların da özgürleştirilmesi gerekir. Çünkü, özgür olmayan toplumlar hiçbir zaman  barışçıl kalamaz ve bir gün mutlaka özgür toplumların özgürlüğünü tehdit ederler. Pareto’nun bu fikirleri özgürlüğü dolayısıyla barış ve huzuru ön plana çıkardığı düşünülse de, bu denklemin sınırları netleştirilmediğinden, uygulamada bir çok soruya ve soruna neden olabilmektedir. Örneğin, ABD ne zaman ve hangi toplumların özgür olmadığını düşünmektedir? Bu toplumların kendi iradeleri ne kadar önemlidir? Özgür olmamakta bir özgürlük değil midir? Kendi özgürlüğünü özgür olmamak yönünde kullanan bir halkı özgürleştirmek özgürlüğe bir müdahale değil midir?
Sorular ve sorunlar ne kadar fazla olursa olsun bu egemen gücü dengeleyecek başka bir güç olmadığı sürece soruların yanıtı ve sorunların çözümü önemsenmeyecektir. Hakim gücün algılamaları, özgürlüğün sınırlarını belirleyecektir. Bununla birlikte, istikrarı korumaya yönelik, koşulsuz özgürleştirme çabaları istikrarsızlığın ana kaynağı haline de gelebilmektedir. Davranışlarına ve uluslararası sistemin işleyiş biçimine meşruiyet kazandırma beklentisindeki her uluslararası büyük güç, sisteme bir model önermiştir. Bu model, kendisi bakımından saptanmış olmakla birlikte, mutlaka insanlığın geleceğine yönelik istikrar unsurları taşıyan "pax" önermeleri taşımaktadır. Büyük güç, dünyayı çatışmalardan, istikrarsızlıklardan, fakirlikten, vs. koruyacak bir "pax" kuracağını, kurulan pax'ın özgürlük, uygarlık, kardeşlik ve hatta eşitlik sağlayacağını ve insanlığı "barbarlardan" temizleyerek bunların mümkün kılınacağını ileri sürer. Diğer bir ifâdeyle hâkim güç, kendi tanımladığı barbar toplumlara özgürlük ve uygarlık getirmek adına mecburen caydırıcı araçlara başvurmakta ve bu yolla onların daha barbar olmalarını önlemektedir. Farklı türde ve çok sayıdaki oyuncunun birbiriyle uyumsuz talepleri arttıkça sertleşen rekabet ortamlarının, genel ve küresel istikrarsızlıklara yol açtığı açıktır. Söz konusu türden ortamların bertaraf edilmesi sırasında da, lokomotif etki yaratacak büyük ve birbirleriyle dengeli ilişkiler kurmuş güçlere ihtiyaç doğmakta, ancak lokomotif güç egemen güce dönüşmeye başladığında, istikrarsızlıkların kaynağı durumuna düşebilmektedir.
20.yüzyılda başlayıp bugünlere kadar gelen bu müdahaleci zihniyet, özgürlük adına, birçok özgürlüğü yok etmiştir. Yok edilen özgürlüklerine yeniden kavuşmak için mücadele eden her halk, hangi coğrafyada olursa olsun ABD müdahalesine maruz kalmıştır. Hiçbir halk ABD ile uyumlu olmadığı sürece kendi arzuladığı özgürlüğü yaşayamamıştır. ABD’nin uygun gördüğü standartlardaki özgürlük anlayışı ise  sadece demokratik tabana sahip toplumlarda tutunabilmiştir. Diğer toplumlarda ise bu standartlar, tabanı olmadığı için tepkilere, toplumda kırılmalara ve düzensizliğe neden olmuştur. Bu kaos ortamı da yeni krizleri dolayısıyla ABD müdahalesini getirmiştir.

Avrupa Birliği : Yerellik Küresellği Mağlup Etti


Avrupa kendi içinde kimlik tartışmalarına başladığında en büyük çelişki dışladığı, ötekileştirdiği kültürleri kabul etmemesi olmuştur. Avrupa’nın tarihinde yarattığı “barbar” tanımlaması günümüze kadar farklı kültürler veya medeniyetler ile karşılansa da halen kafalarda varolan bir imajdır. Bugün Avrupa’da bu tanıma karşılık gelen ve Avrupa’nın farklılıklara karşı tahammülsüzlüğünü gözler önüne seren “İslamofobi”  yani İslamiyet korkusu veya düşmanlığıdır. Bunun nedeni ise bilgisizlik ve yine batı patentli bir kavram olan Oryantalizmdir. Sömürgecilik döneminde, kendinden farklı olan bir kültürün zayıf ve güçlü noktalarını tespit etmek için Batılı devletler oryantalizmi kullanmış, Müslümanları İslam konusunda şüpheye düşürecek ve kendilerini kurtarıcı olarak gösterecek şekilde, İslamiyet’i yeniden biçimlendirmişlerdir. Bunun sonucunda bugün varolan, tahrif edilmiş kavramlar ile dolu (cihat, ümmet, tevhid, fundamentalizm gibi) ve batı tarafından yorumlanmış bir din ortaya çıkmıştır. Edward Said Oryantalizmi “Fonksiyonu tamamen farklı bir dünyayı anlamak, bazı durumlarda kontrol etmek, yönlendirmek, hatta eritmek” olarak tanımlarken, emperyal fetihlerin meşrulaştırılmasına yardım eden aracın ise din olduğunu vurgulamıştır. Avrupa; XIX. yüzyılda yaratılan bu dinden korkmakta; ancak yaratanın da kendisi olduğunu unutmakta, Müslüman mültecileri ve göçmenleri sertlik ve dışlama politikaları ile bastırmaya çalışmaktadır. Müslümanların, hoşgörüye dayanan ve çok kültürlü toplum yapıları ile övünen Avrupa ülkelerinde farklı addedilerek ötekileştirilmesi sürekli bir yanlış anlama ve ön yargının eseri olarak belirmektedir. Zira İslam “güçlü bir düşman, sapkın ve egzotik bir yapı, içine dönük bir kitle, yeniden yapılanmayı becerememiş bir medeniyet, modern çağa fanatik bir tepki” olarak algılamaktadır.
Avrupa içinde oluşturmaya çalıştığı birliği ve kollektif kimliği; ortak düşman, kendinden farklı görüp yabancılaştırdığı “öteki” üzerinden oluşturmaya çabalamaktadır. Farklı kültürlere karşı dışlamacı ve saldırgan davranmakta, kültürel üstünlük söyleminde bulunmaktadır. İslam kültürünün evrensel değerler ile uyuşmadığını savunurken değerleri belli kültürlerin tekeline sokmaktadır. Bu kültürel indirgemecilik demokrasi ile çatıştığı gibi, Avrupa merkezci bir yaklaşım ile karşılanmaktadır. Küresellik iddiasındaki bir oluşum, kültürler arası etkileşimi reddetmemeli, samimiyetini farklılara açık olarak ve paylaşımla göstermelidir. Dinler arası diyolog ve anayasa girişinde -Hıristiyanlık- yerine evrensel değerlere atıfta bulunulmuş olması bunun için iyi bir başlangıçtır. Yine de; Avrupa kimliği, kendinden farklı olanı kendi kültürel gelenekleri ile kabul ettiğinde ve bu farklı kültürler asimile olmadan anayasal ilkelere dayanan politik kültüre dahil olduğunda tam olarak oluşumunu tamamlamış olacaktır.
Kendini dış dünyaya kapatma, küresel bir dünyada kendi kültürü ile yapabilecek her türlü etkileşimi reddetme, farklıyı kabul etmeme Avrupa’nın demokrasi ve insan hakları görüşü ile de çelişmektedir. Kendi içinde refah devleti kurup, aynı devletten farklı olanı dışlama, kültürler arası etkileşimi kesintiye uğratmak sureti ile kültürünü tekelleştirme bunun da ötesinde kendi eli ile meşruluğunu yok etme anlamına gelmektedir. Bu yüzden kimlik, bir sorun olarak kalmaya devam edecektir. Avrupa; ancak gerçek anlamda korkmadan öteki ile yaşayabilmeyi, hatta ondan bir şeyler öğrenebilmeyi başardığı gün kendi kimliğine kavuşacaktır.

Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ ve Canım Türkiyem...


Her an kanatlanacak bir kelebek misali haber sunan tüm zamanların en heyecanlı-taze haber spikeri Birand’ın ilk haberine takıldı zihnim: Dere ıslah çalışmalarını yürütmekte olan firma kırılan rögar kapağının yerine yenisini koymak yerine mukavva ile (kimi gazete de diyor) örtmesi neticesinde dört yaşında bir kız çocuğu rögardan kanalizasyona düşmüş ve cesedi üç kilometre ileride bulunmuştu. Bu acı yetmiyormuş gibi tutulan raporda ölen çocuk “dikkatsizlik-tedbirsizlik” nedeniyle ikinci derece suçlu bulunmuştu.

Birand’ın bunu takip eden haberi ise : Tüm dünyada ve pek tabii Türkiye’de heyecanla beklenen, kıyamet senaryolarının yazıldığı 21 Aralık tarihine dikkat çekmek için “Şirince’de ev kalmadı” haberi. Bu haberin dört yaşındaki kız çocuğun ölüm haberinin üzerine gelmesi tuhaf hisler uyandırdı gönlümde. Bir yanda üzeri kartonla örtülü rögardan kanalizasyona düşen çocuk, bir diğer yanda 70 milyondan pek çoğunun anlamını dahi bilmediği “Mayalar”a dikkat çekmek için bir haber. Bizlerin hep uçları yaşamak zorunda bırakıldığımızı düşündüm. Bir yanda kanalizasyona düşen gariban mahallelerin çaresiz insanları diğer yanda işine gitmeden önce evinin havuzunda yüzen kalantorlar; bir yanda evde bulabildiği en sağlamca poşete ip bağlayıp onu okul çantası yapan, okuluna kilometrelerce yürüyen yavru bir diğer yanda biri diğerinden pahalı dünya markalarının okul çantalarını sırtlarına konduran, evlerinin önünden servislere binen şanslı ana-babaların şanslı ve kıymetli çocukları; bir yanda Ramazan çadırlarının, dağıtılan erzak kamyonlarının ve Halk Ekmek kulübelerinin önlerinde yığılan çaresiz insanlar diğer yanda epeyce müşterisi olduğunu ve bu nedenle de işlerinin tahmininden daha iyiye gittiğini söyleyen ıstakozcu Sema Çelebi’nin dayanılmaz cazibeli müşterileri; bir yanda asgari ücretle boğazını doyurmaya çalışan bir grup insan diğer yanda bu insanların bir ayda kazandıkları parayı güzel bir gecenin, hoş bir şarabın, lezzetli bir yemeğin sonunda garsonlara bahşiş olarak dağıtan ultra zenginler; bir yanda kapanan köy yollarından dolayı hastahanelere yetişemedikleri için canlarından olanlar diğer yanda yaşadıkları sitelerin kayrak taşından yapılmış yollarında tank benzeri jeepleriyle süzülenler; bir yanda hiper alış-veriş merkezlerinin içlerinde yer alan hiper hiper marketlerden çılgınca ve en pahalısından alış-veriş edenler diğer yanda evladına istediğini götüremediği için cinnet geçiren babalar ve bir yanda bir diğer binlercesi diğer yanda bir diğer yüz binlercesi...
Ah güzel Türkiyem daha nereye kadar...
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’a Önemli Bir Not : Sayın Bakan, kapalı alanlarda sigara içmeyi yasaklayan kanun yürürlüğe girdiği anda içtenlikle sevinmiştim. Ancak, zaman geçtikçe kanunu çıkarmanın değil, kanunu uygulamanın asıl marifet olduğunu anladım. 9 Aralık Pazar günü, dostlar toplantısı için Üsküdar Toptaşı Caddesi 36/1’de bulunan Tantuni Şişmanoğlu Café-Restoran’da buluştuk. Arkaya uzanan bölüme yaklaşık 10-15 masadan oluşan bir oturma mekanı yapmışlar, fosur fosur sigara içiliyor. Şef garsonu çağırdım, uyardım, “zevkleri, göz yumuyoruz” cevabını aldım. Hemen 184’ü aradım, mekanın adres ve telefon bilgisini verdim. Telefondaki hanımefendi, ekiplerimiz yoğun, ilk fırsatta denetlemeye gelecekler” dedi. Mekanda 6 saat geçirdik, gelen olmadı, olabilir, Pazar günüdür, ekip azdır, iş çoktur. Ancak, hafta içinde iş edindim, vapur çıkışı, farklı günlerde 4 kez Şişmanoğlu Tantuni’ye uğradım, yine sigaralar fosur fosurdu. Sorularım şudur sayın Bakan: 1. memurlarınız denetlemeye gelmiyorlar mı? 2. Gelen memurlar sigara içilmesine göz yumarak sadece mekan sahibini uyarıp mı gidiyorlar? 3. Yoksa, hiç aklıma getirmek istemediğim bir şekilde, memurlarınız maddi çıkar mı sağlıyorlar? Bu soruların tümüne cevap “hayır” ise o halde neden sadece Üsküdar Şişmanoğlu Tantuni’de değil, hemen tüm kapalı mekanlarda halen fosur fosur sigara içilebiliyor?