21 Ekim 2012 Pazar

Bir Gün Herkes Ak Parti'li Olacak, Bu Sevda Bitmez...

Mevcut Ak Parti Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığına adaylığı söz konusu olduğunda ve artık bazı Ak Parti’nin ağır toplarının gelecek seçimlerin ardından Partileri ile organik/fiili ilişkileri zaruretten kesildiğinde Ak Parti doğal bir yeniden şekillenme sürecine girecektir. Hatta bu yeniden şekillenme süreci Numan Kurtulmuş’un yuvaya dönüşü ve Süleyman Soylu’nun aslına rücu edişi ile başlamıştır bile. Yeni şekillenecek Ak Parti organizasyon yapısında; mevcut siyasal sistemde  kendisine bir yer edinmeye çalışan bazı eski bürokratlar, o güne dek arka planda kalmayı tercih eden bazı muhafazakar kanaat önderleri, bazı Ak Parti kurucuları, yer aldıkları siyasi partilerde istedikleri makamları elde edememiş bazı siyasetçiler, bazı mütedeyyin Sivil Toplum Örgütü temsilcileri, Ak Parti iktidarı ile zenginleşen bazı iş adamları, bazı medya patronları birer aktif aktör olarak karşımıza çıkacaktır. Bu heveslerin ve heveslilerin arzularının gerçekleşmesi elbette Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin başlaması ile doğru orantılı olacaktır. Eğer bu sisteme geçilirse Cumhurbaşkanlığı makamında olacak şahıs elbette Cumhurbaşkanlığı makamına gelene dek siyaset yaptığı Partiyi ve ideolojisini güçlendirecek hamleler yapmaktan kendisini alıkoymayacaktır. Hal böyle olursa; yeni Ak Parti yine, elbette bir sürpriz olmazsa, yeni Cumhurbaşkanının tercih edeceği isimlerle vücut bulacaktır. O halde, Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu dışında mevcut Ak Parti Genel Başkanı ile ilişki kurma ve geliştirme hususlarında heves sahibi, pek çok yeni ileriye dönük “siyasi akıllı yatırımcılar” göreceğimiz kanaatindeyim.
Hatta Demokrat Parti’nin bu denli esamesinin okunmayışını, MHP ve BBP’nin Ak Parti politikalarından farklı bir politika geliştirme hususunda gayet isteksiz davranmalarını, kısaca sağ ve merkez sağda yer alan diğer siyasi partilerin hali hazırdaki tüm politikalarını; yakın gelecekteki yeni Ak Parti yapılanması ile açıklamanın gayet mümkün olduğuna inanıyorum.
Bu açıklamayı duygusal ya da yanlı bulanların aslında şu soruyu kendilerine sormaları ve duygusal değil mantıklı cevap vermeleri lazım: “Mevcut siyasi konjonktürde merkez sağda herhangi bir siyasi partiye ihtiyaç var mı?”
Bu soru bağlamda; AK Parti iktidarı bir sonuçtur. Merkez sağ siyaset hitap ettiği kitlenin arzularını siyaseten 1950’den 2000’e dek karşılamıştır. Siyaseten talebi karşılanmayan merkez sağ kitle mensubu kalmamıştır. Bu kitle siyaseten doyduktan sonra diğer bazı toplumsal ve ekonomik taleplerle sesini yükseltmeye başlamıştır. İşte bu noktada merkez sağda yer alan siyasi partiler bu merkez sağ kitlenin toplumsal ve ekonomik yeni taleplerini karşılamada yeni tarz bir siyaset geliştirmede güdük kaldı. İşte bu eski kitlenin bu yeni taleplerini karşılama vaadiyle yeni bir siyasi parti ortaya çıktı 2000’lerin başında. Bu yeni siyasi parti  hem muhafazakar hem yenilikçi olduğunu, toplumsal kesimleri kucaklayıcı olacağını, gücünü kurumlardan değil halktan alacağını ve belki de en önemlisi yeni bir imtiyazsız ekonomik sınıf yaratacağını ifade etti.
Siyasette ve toplumsal yaşamda güç boşluğuna yer yoktur, affedilmez, hemen doldurulur. Öyle de oldu; kurumlar arası çatışmalardan, banka hortumlamalarından, bir sınıfın haksız ve hadsiz bir biçimde devasa biçimde varsıllaşmasından, kötü ekonomik gidişten, “sen” “ben” “öteki” kavgasından, ötekileştirilmekten bıkmış halk düğmeye bastı, ampul yandı.        
Ak Parti iktidarı Türkiye’nin yaşaması gereken bir siyasal süreçti, yaşandı. Asıl düşündürücü olan bu denli uzun bir süre iktidarda kalan ve tam da bu nedenle hemen tüm siyasi cazibesini ve toplumsal karşılığını yitirmeye eninde sonunda yazgılı bir siyasi parti’nin bu uzun siyasi yolculuğu esnasında karşısına merkez sağda rakip bir siyasi parti yapılanması çıkmamış olmasıdır.     
Bu açıklamalardan sonra adımızı “AKP’nin hizmetlisi” olarak çıkarırlar. Bilmezler bir kez dahi oy vermediğimizi, ideolojisini paylaşmadığımızı ama yiğidi de hakkıyla gömmekten imtina ettiğimizi. Zaten sloganlarla, kalıplarla, şablonlarla, zihin zincirleriyle, ön yargılarla, ötekileştirmelerle, “bizden” “onlardan” bağırışmalarıyla bu siyasi ortama ulaşılmadı mı? Böylelerinden hiç hesap soran yok...         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder