Her an kanatlanacak bir kelebek misali haber sunan tüm zamanların en heyecanlı-taze haber spikeri Birand’ın ilk haberine takıldı zihnim: Dere ıslah çalışmalarını yürütmekte olan firma kırılan rögar kapağının yerine yenisini koymak yerine mukavva ile (kimi gazete de diyor) örtmesi neticesinde dört yaşında bir kız çocuğu rögardan kanalizasyona düşmüş ve cesedi üç kilometre ileride bulunmuştu. Bu acı yetmiyormuş gibi tutulan raporda ölen çocuk “dikkatsizlik-tedbirsizlik” nedeniyle ikinci derece suçlu bulunmuştu.
Birand’ın bunu takip eden haberi ise : Tüm dünyada ve
pek tabii Türkiye’de heyecanla beklenen, kıyamet senaryolarının yazıldığı 21
Aralık tarihine dikkat çekmek için “Şirince’de ev kalmadı” haberi. Bu haberin
dört yaşındaki kız çocuğun ölüm haberinin üzerine gelmesi tuhaf hisler
uyandırdı gönlümde. Bir yanda üzeri kartonla örtülü rögardan kanalizasyona
düşen çocuk, bir diğer yanda 70 milyondan pek çoğunun anlamını dahi bilmediği “Mayalar”a
dikkat çekmek için bir haber. Bizlerin hep uçları yaşamak zorunda
bırakıldığımızı düşündüm. Bir yanda kanalizasyona düşen gariban mahallelerin
çaresiz insanları diğer yanda işine gitmeden önce evinin havuzunda yüzen
kalantorlar; bir yanda evde bulabildiği en sağlamca poşete ip bağlayıp onu okul
çantası yapan, okuluna kilometrelerce yürüyen yavru bir diğer yanda biri
diğerinden pahalı dünya markalarının okul çantalarını sırtlarına konduran,
evlerinin önünden servislere binen şanslı ana-babaların şanslı ve kıymetli
çocukları; bir yanda Ramazan çadırlarının, dağıtılan erzak kamyonlarının ve
Halk Ekmek kulübelerinin önlerinde yığılan çaresiz insanlar diğer yanda epeyce
müşterisi olduğunu ve bu nedenle de işlerinin tahmininden daha iyiye gittiğini
söyleyen ıstakozcu Sema Çelebi’nin dayanılmaz cazibeli müşterileri; bir yanda
asgari ücretle boğazını doyurmaya çalışan bir grup insan diğer yanda bu
insanların bir ayda kazandıkları parayı güzel bir gecenin, hoş bir şarabın,
lezzetli bir yemeğin sonunda garsonlara bahşiş olarak dağıtan ultra zenginler;
bir yanda kapanan köy yollarından dolayı hastahanelere yetişemedikleri için
canlarından olanlar diğer yanda yaşadıkları sitelerin kayrak taşından yapılmış
yollarında tank benzeri jeepleriyle süzülenler; bir yanda hiper alış-veriş
merkezlerinin içlerinde yer alan hiper hiper marketlerden çılgınca ve en
pahalısından alış-veriş edenler diğer yanda evladına istediğini götüremediği
için cinnet geçiren babalar ve bir yanda bir diğer binlercesi diğer yanda bir
diğer yüz binlercesi...
Ah güzel Türkiyem daha nereye kadar...
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’a Önemli Bir Not : Sayın Bakan, kapalı alanlarda sigara içmeyi
yasaklayan kanun yürürlüğe girdiği anda içtenlikle sevinmiştim. Ancak, zaman
geçtikçe kanunu çıkarmanın değil, kanunu uygulamanın asıl marifet olduğunu
anladım. 9 Aralık Pazar günü, dostlar toplantısı için Üsküdar Toptaşı Caddesi 36/1’de bulunan Tantuni Şişmanoğlu Café-Restoran’da
buluştuk. Arkaya uzanan bölüme yaklaşık 10-15 masadan oluşan bir oturma mekanı
yapmışlar, fosur fosur sigara içiliyor. Şef garsonu çağırdım, uyardım,
“zevkleri, göz yumuyoruz” cevabını aldım. Hemen 184’ü aradım, mekanın adres ve
telefon bilgisini verdim. Telefondaki hanımefendi, ekiplerimiz yoğun, ilk
fırsatta denetlemeye gelecekler” dedi. Mekanda 6 saat geçirdik, gelen olmadı,
olabilir, Pazar günüdür, ekip azdır, iş çoktur. Ancak, hafta içinde iş edindim,
vapur çıkışı, farklı günlerde 4 kez Şişmanoğlu Tantuni’ye uğradım, yine
sigaralar fosur fosurdu. Sorularım şudur sayın Bakan: 1. memurlarınız
denetlemeye gelmiyorlar mı? 2. Gelen memurlar sigara içilmesine göz yumarak
sadece mekan sahibini uyarıp mı gidiyorlar? 3. Yoksa, hiç aklıma getirmek
istemediğim bir şekilde, memurlarınız maddi çıkar mı sağlıyorlar? Bu soruların
tümüne cevap “hayır” ise o halde neden sadece Üsküdar Şişmanoğlu Tantuni’de
değil, hemen tüm kapalı mekanlarda halen fosur fosur sigara içilebiliyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder